Türk Futbol Ekolü

Bir ekolümüz var, sadece sistemleştiremedik.

Türk Futbol Ekolü. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Followers

Archive for 2015

Türkiye-Letonya Maçı ve Geleneksel Eksik

4 Eylül 2015 Cuma
Posted by sbilgen
-Türkiye’nin Letonya maçına baskılı, hücumu düşünen ve hızlı bir oyunla başlaması konusunda maçtan önce kimsenin bir şüphesi yoktu. Peki maçtan sonra yapılan “şu kadar şut çektik”, “şu kadar top ayağımızda kaldı” açıklamaları ile varılmak istenen nokta nedir merak ediyorum. Letonya dahil dünyadaki tüm ülkeler bu maçın böyle geçmesini beklerken insanların “evet gerçekten çok iyi oynadık” diyerek konuyu kapatmalarını beklemek nasıl bir düşüncedir?
-Orta sahada Selçuk, Arda, Hakan üçlüsü olduğu için Letonya’dan çok daha erken bir gol de yiyebilirdik. O zaman ne olacaktı, maçtan sonra verilen demeçlerde ne değişecekti?
-Galatasaray, Fatih Terim ile Real Madrid’den 6 yediği maçta da oyuna olağanüstü bir baskıyla başlamıştı. Evet, baskılı oynamak iyidir. Ancak, böyle olduğu durumlarda geride bir güvenceniz olmalıdır ki sonuca rahat varabilesiniz.

-Gol geldikten sonra top çevirme konusunda bir fikir birliği vardı evet ancak Umut, gol pozisyonundan önceki faulünde tecrübesiyle kendisini yere atmalı ya da kaleciyle münakaşa yapıp zaman geçirmeye çabalamalıydı. Eksiğimiz, federasyon başkanından top toplayıcımıza kadar oyunu okumaktan son derece uzak olmamız. Bu kadar emek sadece bu yüzden çöpe gitti diyebiliriz rahatlıkla.

Grosskreutz Oynamalı!

-Bu fiyasko karşısında türlü sorular, eleştiriler ortaya çıktı. Galatasaray, zamanımız var diyerek son ana bıraktığı transfer işlerinde aslında en ufak bir planının olmadığını ortaya çıkardı mesela. Taraftarlarını Uefa görüşmeleriyle kandırdığı da ayyuka çıktı. Bunlar, Grosskreutz’un şu anki durumunda ikinci planda kalması gereken konular aslında.
-Kimse, Grosskreutz’un futbol hayatının neden 6 aylık bir sekteye uğradığını sormuyor. Bir kulübün kötü yönetilmesinin acısını neden futbolcu çekiyor acaba?
-Akılcı bir şekilde çözülmek istense neler yapılabilirdi peki? Mesela, Galatasaray’a bu sorumsuzluktan ötürü Şampiyonlar Ligi’ne eksi bir puanla başlama cezası verilebilirdi.
-Maddi olarak da bu sorumsuzluk yüzünden Galatasaray’a bir ya da iki milyon euro ceza verilebilirdi.
-Yine maddi olarak, Galatasaray parayı yine ödemek zorunda bırakılıp Grosskreutz ise Borussia Dortmund’da oynamaya devam ederdi.

-Messi’nin futbol hayatı için İspanya’daki futbol kurallarıyla oynamaya cüret eden Fifa’nın, Grosskreutz için de bu kadar gaddar olmaması gerekir. Bir futbolcu için 6 ay çok uzun bir süredir ve bu süreyi ona oynamamak ile dayatmak oyuncunun futbol hayatının sonuna kadar geçmeyecek bir psikolojik problemi bile beraberinde getirebilir. Fifa, ne yaparsa yapmalı ama mutlaka Grosskreutz’un oynayabileceği bir çözüm ortaya koymalıdır.

Bilal Kısa Ne Zamandan Beri Ön Libero?

-Melo'nun sözleşme imzalamasından sonra bu yazıdan vazgeçmiştim ancak transferin son dakikalarında Melo İnter'e gidince bu yazı şart oldu.
-Yaklaşık 2 ay süren belirsizlik esnasında Hamzaoğlu her seferinde "Melo olmasa da orada Hamit var, Bilal var" dedi. Yani, Melo'nun yokluğunu hissetmez Galatasaray demeye getirdi.
-Hamit Altıntop futbola açık olarak başlamış bir oyuncudur. Sağ bek oynamış, sağ iç oynamıştır. Bu sözde kendisinin Melo ile kıyaslanması niye göze çarpmıyor dersek ondan daha çok göze çarpan bir ismin daha olmasıdır.
-Bilal Kısa, futbol hayatı boyunca ofansif orta saha olarak nispeten iyi bir futbol ortaya koyarak bugünlere gelmiş bir futbolcuyken nasıl bir anda defansif orta saha olarak kabul görüyor en ufak bir fikrim yok.
Ferguson da Alan Smith'i forvetken orta saha yapmaya çalışmıştı belki ama Scholes sakatken zorunluluktan doğan bir seçimdi o. Eğer kadronda Melo varken ve o sakatlandığında ya da kart cezalısı olduğunda oynatsan tamam ama Şampiyonlar Ligi'nde oynayacak bir takım bu kadar komik olmamalı.
-İki sezon önce sol bekte Riera ile oynarken yaşanacak olan rezaletler Dany'nin iki kişilik oynanması ile engellenmişti. Şu anda Galatasaray'ın orta sahasındaki açıkları kapamak için iki kişilik oynayacak kimse yok. Ne Selçuk, ne Bilal, ne Jem, ne de Hamit olmaz. Henüz genç olmasından dolayı Rodriguez belki oynatılabilir ama o bölgeye alışana kadar çok zaman geçer.
-Sonuç olarak Galatasaray bu sezon orta sahada o kadar yumuşak kaldı ki eğer Astana biraz sahaya dişini göstererek çıkarsa puan koparabilir. Galatasaray'ın böyle bir hataya düşmüş olması inanılmaz.

Bursaspor Porto mu Ajax mı olmalı?

10 Ağustos 2015 Pazartesi
Posted by sbilgen
-Genel olarak yapılan yanlışlardan birisi Porto'yu tanımıyoruz. Porto, sattığı oyuncuların hepsini altyapıdan çıkarmıyor, çoğunu ülkemize göre büyük paralarla transfer ediyor aslında.
-Falcao ya da Jackson Martinez küçük paralarla gelmiyor o kulübe yani. Evet, sonradan iyi paralar kazandırıp gidiyorlar ama büyük paralarla transfer edilip de zarar edilen futbolcu da çok.
-Buradan Porto zarar ediyor sonucuna varamayız elbette ama konumuz Bursaspor olduğu için Porto ile ilişkilendirilmesinin yanlışlığı göz önüne serilmeli.
-Bursaspor'un altyapıdan çıkardığı oyuncular göz önüne alındığında bir Ajax modeli ya da bir Fransız kulübü modelinin örnek alınması gerekir. Porto örneği ülkemizdeki herhangi bir takım için çok tehlikeli bir modeldir.
-Altyapıdan oyuncu çıkarmayı becerebilen bir takımın bazı sıkıntıları germeye hazır olduğunda çok başarılı olabileceği bir gerçektir. Bursaspor'un yetiştirdiği oyuncuları sistemli bir şekilde eğitmesi ile bu sorun çok rahat çözülebilir.
-Bu eğitim ile de biraz zaman sonra Enes Ünal 3 milyona değil 13 milyona satılır. Kulübün kendi sistemini altyapıdan oyuncu yetiştirerek onları profesyonelleştirmesi ile alakalı tüm programının düzenli bir şekilde uygulanması bu durumu hızlandırır.
-Yönetim bunun için kendilerinin böyle bir kulüp olduğunu ve futbol dünyasına yıldızlar kazandırmak üzerine bir yola girdiğini açıklaması ilk adımlardan biri olacaktır.
-Futbolcuların kendisine güven gelmesi ve ardından gelecek olan mental eğitimlerle yönetimin doğru kararları Bursaspor'u çok farklı yerlere getirebilir. Ligimizde bir Ajax çok rahat oluşabilir. Sadece korkmamak ve sistemli bir yola girmek gerekli.

Slaven "Hamzaoğlu" Biliç

Beşiktaş, Brugge maçını 2-1 kaybetti ancak deplasman golü ile nispeten avantajlı bir skor elde etmiş sayılabilir. Eğer, deplasmanda iyi oynayan bir Brugge takımı olduğunu rövanş maçı için dikkate almazsak tabii.

Henüz Fenerbahçe-Galatasaray maçı soğumamışken bugün sahada gördüğüm Beşiktaş'ı son maçtaki Galatasaray'a, Biliç'i de Hamzaoğlu'na o kadar benzettim ki maçı izlerken küçük bir "dejavu" kuşkusu yaşadım. İleride oynayan oyunculardan defansif olarak katkı yapması garanti gözüken tek isim Veli idi, onun dışında kağıt üstünde hücumcu bir kadro vardı Beşiktaş'ta. Ancak öyle olmadı.

Hücum kadrosu ile defansif ya da kontrollü bir oyun oynamaktansa defansif bir kadroyla hücum anlayışı yapmak daha mantıklıdır. Hücum oyuncularının kırılganlığı bile bu savı desteklemeye yeter. Beşiktaş'ta da bugün öyle oldu. Oyun içinde en ufak bir varlık gösteremeyen Olcay ve Oğuzhan sahada bariz bir şekilde sırıttı.

Biliç ise hiç değilse kaybettiği orta saha direncini tekrar sağlamak için Oğuzhan'ı çıkarmak için çok bekledi ve üstüne üstlük Oğuzhan'ı çıkardığında yerine yine bir hücumcu olan Frei girdi. Eldeki bu denebilir ancak Atınç oyuna alınıp ki Oulare ile iyice hava toplarında etkili olan rakip için önemli bir hamle olurdu, Necip orta sahaya çekilebilirdi. Bunların hiçbiri olmadı ama en azından değişikliğe erken gitmesi gerekirdi Biliç'in. Bizim bilmediğimiz her durum için kendisinin açıklamaları daha önemli olacaktır tabii.

Hamzaoğlu'nun Mağlubiyetten Kazancı

Öncelikle yaygın kanının aksine Galatasaray'ın hücum anlayışıyla maça başlamadığını söylemeliyim. Evet, kadro hücuma yönelik gibiydi ama anlayış hiç de öyle değildi. Sadece Gökhan ve Caner'in etkinliğini kırmayı amaçlayan kanatlar ki Sivas maçında da Cicinho'yu etkisiz hale getirmek ilk planıydı Hamza Hoca'nın, ve orta sahada da defansif yönü zayıf üç oyuncuyla çıktı maça Galatasaray.

Hücum ağırlıklı kadro vardı ama hücum neden yoktu? Öncelikle takım tamamen rakibi bozmaya yönelik bir anlayıştaydı. Daha ilk dakikadan oyunu soğutma amacıyla oynadılar. Göze çarpan nokta, Fenerbahçe gerçekten bu sefer Galatasaray'dan korkmuştu. Şansları, Galatasaray onlardan daha çok korkmuştu. Galatasaray'ın ilk 20 dakikada bulduğu şanslar da Fenerbahçe'nin korkusundan kaynaklanıyordu. Ancak, Fenerbahçe sonradan Galatasaray'ın kendisinden korktuğunu görünce cesareti yerine geldi ve ağırlığını koydu.

Hamza Hoca, formdaki takımının ve kendisinden korkan rakibinin avantajlarını kullanmaktan çok rakibinin oyunuyla ilgili olduğu için dün akşamki maçı elleriyle verdi. Buradan alması gereken ders, her zaman kendi oyununu oynamayı ilk hedefi olarak belirlemesi olacaktır. Rakip hakkında çok düşünmek, kendi oyununu unutmaya yol açar ki 81. dakikada golü yedikten sonra uzun bir süre değişikliğe gidemedi. Çoktandır düşmüş olan orta sahayı anında Emre ya da Dzemaili'yle beslemeliydi ancak rakip ile o kadar yoğundu ki kafası yapamadı.

Galatasaray açısından sürpriz olmayan bir durum olduğu için bu maçın avantajlarına bakılması daha iyi olacaktır. Hoca bundan sonra rakip ile bu kadar kafayı meşgul etmenin kendisine zarar verdiğini görürse galibiyetten daha önemli bir fayda sağlamış olur kendisine. Büyük maçların kendisine getirisi, kariyerine çizeceği yollar böyle önemli virajlarda belli olur zaten. Hamza Hoca umarım bu yenilgiden çıkarması gereken dersleri çıkarmıştır. Çünkü, kariyerinde daha çok büyük maçlar oynayacak.

Avrupa'da Tek Kaldık

Beşiktaş ve Trabzon ile devam ettiğimiz Avrupa maceramıza dün oynanan maçlarla birlikte sadece Beşiktaş ile devam etmek zorunda kaldık. Trabzonspor'un elenmesi kimse için sürpriz olmadı ancak Beşiktaş'ın tur atlaması gerçekten önemliydi.

Beşiktaş'ın tur atlaması önemliydi, çünkü eğer Beşiktaş elenseydi ve Olimpiakos tur atlasaydı bir sonraki sene şampiyonumuz Şampiyonlar Ligi'ne direk katılamayacaktı. Bunun için öncelikle Beşiktaş'a teşekkür etmeliyiz. Beşiktaş, Liverpool karşısında biraz korkak durmasına rağmen galibiyeti aldı. Maç içerisinde biraz daha risk alınsaydı 90 dakikada iş çözülürdü ki Tolgay'ın muhteşem golü olmasa işler sarpa sarabilirdi. Sonuca bakmak gerekirse formdaki Liverpool'u elemek Bilic dahil herkesi tebrik etmeyi gerektiriyor.

Trabzonspor ise başlı başına üstüne sayfalarca yazı yazılması gereken bir durumda. Papadopulos dahil gönderilen stoperler varken ki başka stoperler de dahil oldu takıma, Bosingwa'nın stoper oynaması gerçekten insanı hayrete düşürüyor. Halilhodziç beğendiğim bir teknik adam değildi ancak gerçekleri görüp, söyleyen birisiydi. Kendisi takımın başında olsaydı, Napoli karşısında bu kadar aciz kalınmazdı eminim.

Beşiktaş ile Trabzon arasındaki fark şu, ikisine de nispeten daha kolay takımlar gelseydi kurada Beşiktaş'da motivasyon eksikliği yaşanmaz ve tur yine kolayca geçilirdi ama Trabzon'un yine şansı olmazdı. Türkiye'de camiaların, yöneticilerin önemi burada tekrar öne çıkıyor. Şampiyonlar Ligi'nde İnter'i eleyen Trabzon'un sabırsızlık sonucu Şenol Güneş'i göndermesiyle başlayan çöküşü uzun bir süre daha devam edecek. Kulübün yönetimi tamamen kişilerin kişisel duygularına göre belirlenmekte. Bu da "profesyonel" bir kulüp için çok yanlış.

Baktığımız zaman Hollanda kulüplerinin de elendiğini görüyoruz Avrupa'dan. Ancak şöyle bir durum var; mesela Feyenoord bu sene Trabzon'un harcadığı paranın 10'da 1'ini harcamadı. Altyapıdan oyuncular oynattı ve Trabzon ile aynı turda elendi. Bu durumda bizim hiç hakkımız değilken girdiğimiz "lüks" yollar bizi tamamen bu işi bilmiyoruz görüntüsüne götürüyor. Futbol için fazlasıyla karışık bir durumdayız.

Yeni Yabancı Kuralını Duydunuz Mu?

Federasyon, uzun süren inadının ardından yabancı sınırlamasını büyük ölçüde genişletti geçenlerde. Bu durumun TFF ile değil de Fatih Terim ile daha çok ilgisinin olduğunu söyleyenler olsa da Yıldırım Demirören'in yaptığı tek faydalı iş olmuş durumda şimdiye kadar.

Ülkede tartışmaların genel konusu yerli oyunculara zararı olacak durumu üzerinden sürüyordu ve hala sürmekte. Eskisine nazaran azalmış durumda gerçi bunu savunanlar çünkü yerli oyuncu seviyelerinin iyice düşmesi gerekti aklımızın başına gelmesi için. Hala savunmaya devam edenler de futboldan yeteri kadar anlamayanlar ve bu işten -menajerlik gibi- büyük para kazananlar.

Yeni sistemle birlikte federasyonun yabancı almak isteyenin borcunun olmaması, yabancı sayısı arttıkça federasyona para ödenmesi gibi durumlar da söz konusu. Trabzonspor'un bu durumlardan ötürü mü yerli oyunculara devasa miktarlar ödeyip ara transferi kapattığı da akla gelen başka bir soru. Çünkü, açılan yabancı sınırıyla birlikte kendiliğinden düşeceği garanti olan yerli oyuncu masrafları bu kadar belliyken böyle harcamalar yapılması insanın aklını karıştırıyor.

Peki, duruma kulüplerimiz nasıl hazırlanıyor? Pek alışkın değilizdir ama yurtdışında yaz transferleri devre arası transfer dönemi zamanında başlar. Sözleşmesi bitecek futbolcular ya da gelecek senenin planında yer alan futbolcular, gözlemcilik sayesinde tabii ki, transfer görüşmelerine başlarlar. Şimdiye kadar ülkemizde yabancı sınırı durumundan ötürü önünü göremeyen kulüpler bu hareketliliğe girmek için yazı beklerlerdi ve haliyle geç kalınırdı.

Yabancı sınırlamasının değişmesinden sonra kulüplerimiz açısından durum değişti mi? Maalesef hayır. Bu duruma cevap olarak henüz alışkın olunmayan ve önünü göremeyen kulüplerimizin durumu verilebilir. Doğrudur da. Ancak, hiç değilse bile şimdiden uygun fiyatlı-sözleşmesi bitecek futbolcular aranmaya başlanmalı diye düşünüyorum. Kimse sınırı dibine kadar kullanın demiyor, en azından birkaç atak yapılmasını bekliyor. Şimdiye kadar bu hareketlilik içinde bulunan tek kulüp Galatasaray olarak görünüyor. Gignac için girişim yaptıkları biliniyor. Ancak başka hareketli olan bir kulübümüz yok.

Düşme adayları arasında yer alan takımların dikkatli hareket etmeleri doğaldır. Çünkü, şu anda önemli olan ligde kalmaktır onlar için. Ancak ilk 10'da yer alan kulüplerin bir an önce gelecek senenin planlamalarına başlamaları gerekmektedir. Planlamalara erken başlayan takımlar seneye büyük sürpriz yaratmaya aday takımlar olacaktır.

Futbolcuların Önlenemez Enflasyonu

4 Şubat 2015 Çarşamba
Posted by sbilgen

İngiltere'de yapılan bir araştırma ile birlikte futbolcuların son 20 senedeki maaş farkları göz önüne serilmiş ve çarpıcı sonuçlar ortaya çıkmış durumda. Çoğu zaman yeni sözleşme imzalarıyla birlikte biraz bizi şaşırtan rakamlar aslında çok uzun bir sürenin getirdiği duruma göre oldukça az bir etki bırakıyorlar üzerimizde.

Görünüş, yapılan zamlar böyle giderse önümüzdeki yıllarda yılda yüz milyonlara yakın kazanan futbolcuların olacağı yönünde bir resim çıkarıyor önümüze. Verilen tabloda 90'ların başından sonra 8-9 sene içinde 8 katına çıkan maaşlar günümüze kadar da 3-4 katına çıkmış durumda. Bu da demektir ki 20 sene içinde 20000 kazanan bir futbolcu şu anda 500000 kazanıyor, tabii bu haftalık rakam. Yıllık rakamlara vurduğumuzda şu anda 20 milyon kazanan Messi, 20 sene önce 400 bin kazanıyor olacaktı.

Tabii ki futbola bodoslama giren sermayenin yarattığı etki bu uçurumlarda önemli bir paya sahip. Bunun sonucu ne mi olacak peki? Dünyanın genel olarak şu anda sıkıntılı bir ekonomik geleceği olduğu da göz önüne alındığında önümüzdeki yıllarda büyük futbolcuların alacağı rakamlar için dünyanın farklı bölgelerine transferi çoğalarak artacak. Bunun sonu yok mu? Mutlaka olacaktır. Ancak, UEFA'nın uygulamaları FIFA'ya da geçerse kişisel hünerlerini göstermek için futbolcuların tek bir çatı altında toplanmaları, tek bir kıtada oynamaları gitgide zorlaşacaktır. Kulüplerin alacağı kararlardan çok oyuncuların alacağı kararların etkili olacağı bir döneme doğru ilerlemekteyiz kısaca. Avrupa futbolunun içine girecek sermayeler zaten zorda olan dengeleri iyice değiştirecektir fakat kıtada gelişen yeni düşünceler bunlara karşı çıkma eğiliminde olduğu için uzun sürmeyecektir. Manchester City gibi kulüplerin geleceği de karanlıklaşacaktır.